/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

21 Temmuz 2015

İKİNCİ EL ARAÇ ARAYANLARA..


  • ARACIN GÜVENİLİR DETAYLARI 
  • TEST SONUÇLARI 
  • ARAÇ GEÇMİŞİ HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN

09 Temmuz 2015

TARİHÇİMİZ SAYIN HALAÇOĞLU OKUSUN


 
Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır.
Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır.
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir.
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır.
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir.
Azeri Türk’ü ya da İran Türk’ü Şii‘dir.
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir.
Ne sandın?
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor? “Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?
Bak kardeşim!
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
  Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu.
Macar Türklerini bilir misin? Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun? Bugün…Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz Gabor Vona‘yı da bileceksin!
  Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun; oysa Attila Jozsef‘i okumalısın! Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin? Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu? Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?
   Evet sen kardeşim!.. “Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun? Kızma bana… Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım.
  Aytmatov uyarısı
  Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü… Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem… 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel” Okudun mu? Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Şöyle…. Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş..!
  Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınıyor, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçiriliyor, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanıyor, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılıyor, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülüyor ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırıyor, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlıyor, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışıyor ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşiyor ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemiyor, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlıyor, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak büyük acılar çekiyor, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölüyor, - Sağ kalan tutsak zamanla kendine geliyor; yiyip içerek gücünü toparlıyor.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur… Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale geliyor. Düşünememektedir… İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur; kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle… Evet… Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir…
  Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır. Anadolu’da “mankafa” derler!.. Kimbilir… Belki de… Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir… Anlayana…
     Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi? Hayır!..
Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi? Hayır!..
Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi? Hayır!..
Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi? Hayır!..
Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!..
    Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!..
    23 Nisan, 19 Mayıs milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!..
    Soma katliamını protesto ettin mi? Hayır!..
    Doğa katliamlarını protesto ettin mi? Hayır!…
    Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!..
    Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!..
    Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi? Hayır!..
    Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!…
    Peki neyi protesto ettin?
    Sadece… Bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin..!
    Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın!
    “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz.”
     Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın- ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!..
     Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin!..
Bir kardeş mektubudur bu…
                                                                                                                                Soner Yalçın
NOT :Yaptığı basın toplantısında "Deniz Baykal'ı seçseydik bize dinsiz bir partinin adayını seçtiniz diyeceklerdi" diyerek tepkileri üzerine çeken Yusuf Halaçoğlu 'nun CHP'ye dinsiz deyip demediğinin ardından Soner Yalçın 'ın dostça bir yazısı. Tarihi bir vesika niteliğinde bilgilendirici olmuş.

08 Temmuz 2015

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK' ÜM...


Ben Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i
Var eden,
Kralları, imparatorları kendisine,
Yar eden,
Düşmanına dünyasını,
Dar eden
TÜRK'ÜM! !
Taaa , iliklerime kadar ,
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK' ÜM...

06 Temmuz 2015

ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?

 
(Yaşanmış bir öykü)
Daha ilk okuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başladı....
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’ nın plakası kaç?
Hepsini yanıtlıyorum.
Ardından o zaman bana çok garip gelen bir soru geliyor:
-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
Şaşırıyorum.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. “Bak,” diyor. “Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.”
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
Kastamonu’ nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu.
Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur
   1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.
    Ali’ nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ ye vermiş.
Kerim’ in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’ de o da yok. Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar.
    İkisi de başarmıştır. Ancak bilmedikleri bir şey var. Sınav iki gün. Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağının önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı yürümekte…
     Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
       Babam, öykünün sonun şöyle bağladı:
"BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTAYLA ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME CUMHURİYET DENİR..."