/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

05 Mayıs 2010

BERGAMA [PERGAMON]

BERGAMA [PERGAMON]

Pergamon, günümüzde İzmir iline bağlı Bergama ilçesinin merkezinin yerinde kurulu antik kentin adıdır. Pergamon, eski çağlarda da Misya bölgesinin önemli merkezlerinden biriydi. İ.Ö. 263-133 arasında da Pergamon Krallığı’nın başkentiydi. Pergamon adı, bir söylence kahramanı olan Pergamos'tan gelir. Pergamos’un, Teuthrania kralını öldürdükten sonra kenti ele geçirdiği ve kendi adını verdiği sanılır.
Başka bir söylenceye göre de Teuthrania Kralı Grynos savaşta Pergamos'tan yardım istemiş, zaferden sonra iki kent kurdurarak birine onun onuruna Pergamon, ötekine de Gryneion adını vermiştir.

Yazılı belgelerde Pergamon'dan ilk kez İ.Ö 4. yüzyılın başlarında söz edilir. Kent daha sonra Pergamon Krallığı'nın başkenti oldu. Bu dönemde saray, tapınak, tiyatro gibi yapılarla yapıldı, kent kule ve surlarla çevrildi. Pergamon, krallığın Roma'ya bağlanmasından sonra da Batı Anadolu'nun sayılı kentlerinden biri olarak kaldı.
Eski kentin kalıntılarını, 1865’lerde Batı Anadolu’da demiryolu döşenmesinde çalışan Alman mühendis Carl Humann buldu.

Bergama (Pergamon), M.Ö. 263–133 yılları arasında kendi adıyla anılan koca bir krallığa başkentlik yapmış, dünyanın en önemli merkezlerinden biridir. Mısır’da İskenderiye Kütüphanesi’nden sonra ikinci büyük Kütüphane burada kurulmuştur (üçüncüsü de Efes’te Selsus Kütüphanesi)… Papirüsden kaynaklanan kâğıt sıkıntısı yüzünden burada (keçi derisinden) üretilen kâğıda; Pergamon’dan esinlenerek Parşömen denilmiştir… Sağlık Tanrısı Asklepios’un kurduğu ve ölümsüzlüğü öğrettiği sağlık merkezi Asklepeion burada bulunuyor… Bergama, dik ve yüksek bir tepenin akropol (yukarı şehir) olarak mükemmel bir planlamayla düzenlenerek, mimari yapıların araziyle uyumlu bir halde kullanıldığı ender şehircilik örneklerindendir… Miletli Hippodamos’un işlevsel şehircilik anlayışına karşı, estetik kentleşme anlayışının en iyi uygulandığı yerdir…
Helenistik Dönemin en dik tiyatrosu burada yapılmıştır…
Son Kral III. Attalos (M.Ö. 139–133) ardında bir mirasçı bırakmadan 133'te ölünce, vasiyetine uyularak Pergamon Krallığı Roma’ya devredilmiştir... Ve böylece Pergamon Krallığı sona ermiştir.

Bergama Akropolü son derece dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Buraya döne döne tırmanan bir yoldan çıkılır. Akropol denilen şehir yerleşiminde kamusal yapılar iç içe kendine özgü bir planlamayla yerleştirilmiştir. İlk çağlardan bu yana iskân yeri olan tepenin en üstünde kraliyet sarayları, sarnıçlar ve cephanelikler yer almaktadır. Aşağı teraslarda TraianusTapınağı, kütüphane ve Athena Tapınağı bulunmaktadır. Bergama’ya doğru bakan alt terasa Zeus Sunağı özenle yerleştirilmiştir.
Yan taraftaki Yamaçta tiyatro, alt kesimde ise Gymnasion ve DionysosTapınağı yer almaktadır.

MAKETİN FARKLI BİR AÇIDAN GÖRÜNÜMÜ

Akropol'ün en görkemli anıtı Zeus (Altarı) Sunağı’dır. Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmıştır. Sunağın kabartmaları Hellenistik Dönem heykeltıraşlığının başyapıtları arasında sayılmaktadır.

Pergamon kentinin Akropol'üne ait maket (Akropol: Antik kentlerin yukarı bölümüne verilen addır.) [Tiyatronun sağında bulunan ve düz bir sahanın ortasına yerleştirilmiş olan yapı, ünlü Zeus Sunağı’dır. Almanların ‘peynir dilimler gibi’ keserek, parça parça Berlin’e götürdükleri “Bergama Tapınağı” budur.]

Tiyatro’nun bugünkü durumu
[ Zeus Sunağı, yan yana iki tane büyük ağacın bulunduğu yerdeymiş. – Aşağıda görülen Bugünkü Bergama kenti.]

Tiyatrodan Bergama kentinin görünüşü

Tiyatronun eteğinden Bergama kentinin görünüşü

Bugün Akropol’de yalnız temelleri görülebilen Sunağın tüm mimari parçaları ve kabartmaları Berlin Müzesi’nde aslına yakın bir şekilde tamamlanarak neredeyse yüz yirmi yıldan bu yana sergilenmektedir. Böyle görkemli bir anıta sahip olmanın heyecanıyla, Almanlar o tarihten sonra müzenin adını bile Pergamon Müzesi olarak değiştirmişlerdir.
Pergamon’da 1871 yılında yol yapımında görevli genç bir mühendis olan Alman Carl Humann’a, tepedeki kalıntılar arasında çok büyük miktarda taş bulunduğu ve bunların zaten kireç yapımında kullanıldığı söylendiğinde kulaklarına inanamamıştır… Bu taşları Humann’a anlatanlar, heykellerin patetik yüz ifadelerinden (abartılı duyguların yüze yansımasından) o kadar etkilenmiş olmalıdırlar ki; heykel parçalarını “insan suretli taşlar geceleri inim inleyip ağlaşıyorlar” diye tarif etmişlerdir. Arkeoloji meraklısı Carl Humann hemen olayın ne olduğu fark ederek işe başlamıştır. Yol yapımı için duyulan taş ihtiyacı Humann’ın arkeolojik çalışmalar yapmasına yol açmıştır. O tarihten sonra Zeus Sunağı ve Athena Tapınağı giriş kapısı gibi birçok güzel eser ortaya çıkarılarak Almanya’ya götürülmüştür.

Zeus Sunağı’nın bölümleri numaralandırılıp özenle sökülerek, 1886 yılına kadar aralıklarla parça parça Berlin’e taşınmıştır. Taşınma işlemleri sırasında aylarca yıllarca katırlarla, develerle Akropol’den aşağıya indirilmiş, oradan mandaların çektiği kağnılarla Çandarlı Limanı’na götürülmüş, Daha büyük gemilere yüklenmek üzere İzmir Limanı’na taşınmış ve Sonra da Kuzey Denizi’ndeki Limanlara indirilerek demiryoluyla Berlin’e götürülmüştür. Bu yolculuk serüveni yaklaşık on yılı bulmuştur. Sunağın sergilenebilmesi için Berlin Müzesi’nin salonu yeniden düzenlenerek; tavanı yüksek ve camdan bir örtüyle kaplanmıştır.
Müzenin dıştan görünümü (Berlin)
Zeus sunağından Detay Görünüm
Detay Görünüm
Detay görünüm
Detay Görünüm
Detay Görünüm
Detay Görünümü

Zeus Sunağı (Berlin)
Zeus Sunağından bir görünüm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder